baba'ya mektup 2
Baba, duyuyor musun
beni?
Günler aynı renkte akıyor, solgun ve yorgun. Sabahları uyanmak sadece göz kapaklarımın açılması demek artık; ruhum hâlâ uykuda, belki de hiçbir zaman uyanmamıştı. Penceremden içeri sızan ışık bile dokunamıyor bana. Sanki gölgelerin arasında unutulmuş gibiyim. Ne bir nedenim var kalkmak için ne de bir arzum. Her gün içimdeki boşluğu yeniden seyretmekle geçiyor. Ufak bir sızıydı ilk başta, görmezden geldim. Ama büyüdü baba, içimde bir delik açtı ve şimdi orası dipsiz bir kuyu.
Sürekli düşüyorum. Dibe
çarpamadığım bir düşüş bu. Yorulmaktan öte bir şey bu his. İçi boş bir beden
gibi yaşıyorum. Çevremdekilerin kahkahaları sanki başka bir evrene ait.
Gülüyorum ben de, evet. Ama içimde hiçbir şey kıpırdamıyor. Sadece rol
yapıyorum. O kadar iyi oynuyorum ki bazen ben bile inanasım geliyor. Ama gece
olunca, o sessizlik... Beni yutuyor baba. Zihnim o kadar kalabalık ki,
düşüncelerim birbirini boğuyor. Uyuyamıyorum. Sadece yatıyorum. Öylece. Başım
zonkluyor. Kalbim bazen çarpmaktan yoruluyor gibi. Ve ben sadece susuyorum.
Baba, geçmiyor.
Geçmeyecek gibi.
Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum.
Kendi adım bile yabancı
geliyor kulağıma. Aynaya baktığımda göz göze gelemiyorum kendimle. Ben kimdim,
neye inanıyordum? Şimdi neye tutunuyorum? Cevaplar kayıp, sadece sorular var.
Ve bu sorular birer diken gibi zihnimi sarıyor.
İçimde, sesi olmayan bir
çığlık var.
Her sabah o çığlıkla uyanıyorum, ama kimse duymuyor.
Bazen sokakta yürüyen
insanlara bakıyorum. Ne kadar da hafif yürüyorlar. Sanki yerçekimi onlara
işlemiyor. Ben ise her adımda yerin altına biraz daha gömülüyorum. “Nasılsın?”
dediklerinde gülümsüyorum. “İyiyim,” diyorum. Ama ben sadece yavaşça kayboluyorum
baba. Kimse anlamıyor. Kimse bilmiyor. Sen de bilmiyorsun. Çünkü ben
söylemiyorum. Çünkü anlatsam bile, kelimeler yetersiz. Çünkü bu karanlığı tarif
edecek hiçbir cümle yok.
Sadece bir kişi anlasın
istiyorum: Sen.
Ama sen yoksun.
Ve bu yokluk, diğer her şeyden daha çok acıtıyor.
Bir camın ardından
izliyorum hayatı. Ses geçmiyor. Ellerim cama çarpıyor, ama karşı tarafa
geçemiyor. Herkes orada. Kahkaha var, dokunuş var, umut var. Ben burada kaldım.
Soğukta. Sessizlikte. Hiçliğin ortasında. Ellerimle kazıyarak çıkmak istiyorum
buradan ama parmaklarımda artık güç yok.
Baba, çok yorgunum.
Ve bu yorgunluk sadece uykusuzluktan değil.
Bu, yaşamak yorgunluğu.
Anlam arayıp bulamamanın, çırpınıp kurtulamamanın yorgunluğu.
Keşke burada olsaydın. Küçükken düşüp dizimi kanattığımda sarardın ya, şimdi içim kanıyor baba. Gelip sar. Yok. Saramıyorsun, saramazsın. Çünkü yoksun. Çünkü hiçbir zaman tam olarak burada olmadın. Hiçbir zaman olamayacaksın. Baba ya, övünmek gibi olmasın ama biliyorsun benim kafa çalışıyor. Bir şeyin en iyisini bulurum sonra onu yok eder daha iyisini yaparım ve yerine koyarım. Baba, "sensizliği" buldum da, yerine daha iyisini koyacak potansiyelim yok. Haberin var mı baba?
Yine sana sesleniyorum. Belki bir gün duyarsın diye. Belki bir gün o camı sen kırarsın diye. Belki bir gün "Aslan oğlum, ben buradayım, al bu da aradığın.." dersin diye.
Baba...
Artık gel.
Çünkü ben bu savaşı tek başıma sürdüremiyorum.
Çünkü karanlık kazanmaya başlıyor.
Ve ben, gerçekten çok yoruldum.