Sıfır vizyon, sıfır misyon
Kaydırdığı kadar yaşamayan bir neslin uyanışı üzerine bir deneme.
Bugün hem küresel hem de ülkesel bir mesele haline gelen “motivasyon” sorununu ele almak istedim.
Uzun süredir içimde taşıdığım bir yazıydı bu. Az önce açtığım, oldukça tatlı bir aşk filmi eşliğinde bile içimi kemiren bu konuyu düşünmeden duramadım.
Esasında bu sadece bir motivasyon meselesi değil, aynı zamanda ciddi bir vizyon problemidir.
Birçok şeyin kaybına yol açan ve geride sadece birkaç “kahraman” kelime bırakan derin bir boşluk.
Gözlemlerime göre bu eksiklik en çok genç nesilde belirgin.
Amaçsızlık, kendini var etmek yerine görünmezliğe razı olma hali, ve en ufak bir duygusal sarsıntıyı tüm yaşamı tehdit eden bir tümöre dönüştürme potansiyeli...
Bugün birçok genç, hayatın akışına ya da zamanın ruhuna değil; bir çift tırnak işaretine, ya da bir yabancının kırıcı sözüne odaklanmış durumda.
Sabah akşam bir baş parmak hareketiyle yüzlerce videoyu kaydırıyorlar.
Gerçek dışı sosyal medya paylaşımlarını gerçeğiymiş gibi izliyor, beğeniyor ve hatta destekleyen yorumlar bırakıyorlar.
Ve işte, bu tuhaf kabullenme haliyle başlıyor bütün bu çöküş.
“Gerçekliğe ait olmayan hayatlara özenme, emin olma durumuna rağmen kabullenme...”
Artık gerçeklik fazla sade, fazla yavan geliyor insanlara.
Hayattaki en küçük, en masum hedefi bile kurmak yerine; ekranın arkasında bir başkasının hayaline iç geçirmek daha kolay, daha tatlı.
O kadar farkında olmadan gelişiyor ki bu...
Bir bakmışsın saatler geçmiş. O video, bu fotoğraf, bir scroll derken kendini kaybetmişsin.
İdman yok, ders yok, duş yok, arkadaşlara cevap vermek bile yok.
Sanki biri zihninin fişini çekmiş gibi.
Sanki bir hücrede yıllar geçirmiş gibisin ama gardiyan senin telefonun.
“Odak denilen şeyin sahibi olmamak”
Belki de çözüm, küçük ama bilinçli bir adımda gizlidir.
Sabah uyandığında sadece gözlerini değil, zihnini de açmakta.
Perdeleri aralamak, bir canlıya dokunmak, sosyal medya yerine bir müzikle ruhunu esnetmek mesela.
Pencereden görünen betonlar daraltıyorsa içini, kuş seslerini bastırmamak gerek.
Evde çıkan tartışmaya sessiz kalmak yerine, bir “yeter” diyebilmeli insan.
Yerde gördüğün çöpü dışlamak yerine kaldırmayı denemelisin — çünkü bazen o çöpün yerden kalkmasıyla birlikte ruhunda da bir kıpırtı başlar.
Bırak kelebek etkisi kendini göstersin.
İzin ver bu dünyanın, senin farkına varmanı bekleyen bir pozitif potansiyeli olduğunu fark et.
Hedeflerin hemen gerçekleşsin diye değil, gerçekliğe ilk defa ayak basmak için bir adım at.
Güvenli alanından çık.
Odandan, sevdiğin müzik grubundan, her zaman gittiğin kafeden...
Seni yok sayan eski sevgilinden, hâlâ hoşuna giden ama artık yanında olmayan kedinden…
Biraz olsun uzaklaş.
Hep gittiğin sahilin yosununa sahip olma artık.
Bırak o yosun yerinde kalsın, sen henüz yosun bulaşmamış bir deniz bul.
Otur kayalıklarına.
İzin ver hayatın “farklılık” adlı gerçeği devreye girsin.
Farklı dillerden korkma.
Farklı bir tene dokunmaktan, farklı bir bedene sarılmaktan geri durma.
Kendin olmak istiyorsan önce odağını, sonra gerçekliğini düzenle.
Bazen, sana çizilmiş sınırları basit bir silgiyle silmek gerekir.
Gerçeklerinin anahtarı belki de bakış açını değiştirmekte saklıdır.
Belki sadece küçücük bir silgi yeter.
Ve belki... o hayatına vurulmuş görünen kilidin anahtarı zaten sensindir.
Odağını aynana çevir.
Çünkü bazen orada duran yüz, senden çok daha fazlasını hak ediyordur.
“Hayat, ağzında çevirdiğin sakız değil.
Çiğnemeyi bıraktığında, konuşmaya başlaman gereken şeydir.”
Yorumlar
Yorum Gönder