Seçilmiş Yalnızlık




Yalnızlık: Duyguların Dillendirilmediği Yer.

Bazen insanlar, kendi hissettiklerinin bir başkası tarafından dile getirilmesinden tarifsiz bir memnuniyet duyar. İçine attığın, adını koyamadığın bir duygunun bir başkasında da var olduğunu görmek… ve onun, senin yerine bunu kelimelere dökmesi… Bu, bir tür rahatlamadır. “Ah, evet! İşte bu yaşadığım şey!” dersin. His, nihayet tanımlanmıştır; artık yalnız değildir.
Çünkü adı konan bir acı, bir nebze de olsa hafifler. Paylaşılan bir duygunun ağırlığı, iki omuza bölünür. Seninle aynı dili konuşan bir ruh bulduğunda, dünya biraz daha katlanılabilir hale gelir. Bir cümle, bir satır, bir şarkı sözü ya da tek bir bakış bile seni tamamlayabilir. Çünkü artık o hissin yalnızca sende olmadığını bilirsin. Ve o an, bir yabancı bile yoldaş olabilir.
Peki ya o hissettiğin şey, başkasında yoksa? Ya da onu dile getirecek cesarete ya da yeteneğe sahip biri çıkmazsa? Söylediklerin karşısında insanlar sadece boş boş yüzüne bakarsa ne olur, biliyor musun?
İşte orada başlar gerçek sessizlik. En çok konuştuğun anda bile anlaşılmamaktır bu. Sözlerinin havada asılı kalması, yerine ulaşmaması, gözlerinle anlatmak istediğin her şeyin karşılık bulmaması... Ve bir noktadan sonra, anlatmaktan da vazgeçersin. Çünkü fark edersin ki, bazı duygular ancak susularak korunur.
Yalnızlık.
Sadece kalabalıktan uzak olmak değil bu. İçinde olup da bir türlü dahil olamamak. Sesini duyuramadığın, duyulsan da anlaşılmadığın bir varoluş. Herkesin seni gördüğü ama kimsenin gerçekten bakmadığı bir hâl. Ve belki de en kötüsü: Kendine bile yabancılaşmak. Aynaya baktığında tanımadığın, hatırlamak istemediğin bir yüzle karşılaşmak.
Sabahları neden uyandığını bilemezsin. İnsanlarla birlikteyken kahkahalar atarsın belki ama yalnız kaldığında hüzün usulca sarar her yanını. Tıpkı Gregor Samsa gibi, içten içe bir böceğe dönüşürsün. Sürekli rol yapmak zorunda kalırsın; çünkü başka türlüsü mümkün değildir. Ve her sabah, sanki kötü bir haberle uyanırsın: Yine hayattasın. Hâlâ gitmemişsin. Hâlâ buradasın.
Bu "burada olmak", var olmanın değil, katlanmanın ifadesidir. Günler birbiri ardına dizilir; hiçbirine ait hissetmeden, hiçbirinde gerçekten yaşadığını bilmeden. Rol yaptığın hayat, zamanla senin gerçeğin olur. Ve sen, kendi sahte benliğinin yedeğinde yaşamaya başlarsın.
Ama yine de, içten içe bir umut taşırsın belki: Bir gün, bir yerde, seni anlayacak biriyle karşılaşma ihtimali. Çünkü en derin yalnızlıklar bile, bir çift anlayışlı gözle dağılabilir. Ve bazen, en karanlık hislerin içinde bile, küçücük bir ışık sızar… Sadece henüz görünmüyordur.

 





Yorumlar

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *