Putpereslik
Kutsallığın Nesneleşmesi: Putlar Üzerine Bir Düşünce
Putçuluk, insanın zihinsel ve sosyal doğasının kaçınılmaz bir tezahürüdür. İnsan, temelde sosyal bir varlıktır; benliğini ve kimliğini, başka insanların bakışlarında ve onların oluşturduğu toplumsal aynada inşa eder. Bir bireyin "Ben insanım ve yaşıyorum" diyebilmesi, büyük oranda başkalarının onu nasıl gördüğüne ve onunla kurduğu ilişkilere bağlıdır.
Her insan, günlük yaşamında bilinçli ya da bilinçdışı bir şekilde şu tür sorular sorar: "Başkaları beni nasıl görüyor?", "Beni seviyorlar mı, neden seviyorlar?", "Bana kızgınlar mı?", "Ben mi daha üstünüm yoksa onlar mı?", "Şuna şöyle değil de böyle söyleseydim daha mı iyi olurdu?", "Saçımı nasıl tararsam daha beğenilirim?" Bu sorular, bireyin zihinsel dünyasında yalnızca uyanıkken değil, rüya sırasında bile kendini gösterebilir. Bu tür sorgulamalar, insan beyninin sosyal biliş yetisinin doğal bir sonucudur. Yani insan zihni, diğer insanlarla kurduğu (ya da kuramadığı) ilişkiler aracılığıyla kendini var eder.
Fakat bu ilişkiler her zaman tatmin edici değildir. Karşısındaki birey yoksa, istenilen cevabı vermiyorsa ya da tamamen kayıtsızsa, kişi bir tür zihinsel boşlukla karşı karşıya kalır. Bu boşluğu doldurmak için ise çoğunlukla çocuklukta temelleri atılan bir süreç başlar: Hayali alıcıların inşası.
Bu "hayali alıcılar", zamanla ölmüş yakınlar, atalar, kahramanlar, filozoflar, dini figürler, hatta Tanrılar biçimini alabilir. Bu figürlerin ortak özelliği, bireyin zihninde yer tutmaları, soyut ama duygusal olarak canlı olmalarıdır. İnsan, bu hayali varlıklarla içsel bir diyalog kurar; onları memnun etmeye, onlara kendini haklı göstermeye çalışır. Bu, yalnızca bireysel bir psikolojik süreç değil, aynı zamanda kolektif bilinçte yer etmiş olan inanç sistemlerinin de temelidir. (Bu konu başlı başına başka bir yazının konusu olabilir.)
İnsan zihni, soyut kavramları anlamakta zorlanır; bu yüzden onları somutlaştırma eğilimindedir. Kaf Dağı'nın gerçek bir dağ olmayışı, ama “dağ” kavramının zihnimizdeki yerinden ötürü hayal edilebilir oluşu gibi, insan kutsallığı da somutlaştırarak anlamlandırır. İşte bu noktada put dediğimiz nesne ya da semboller ortaya çıkar.
Putun İşlevi ve Dinî Sistemlerdeki Yeri
Tarihin tüm dönemlerinde ve neredeyse bütün dinlerde, kutsal olanın bir biçimde nesneleştiği görülür. Bu, hem zihinsel kavrayış için gereklidir hem de kutsal olanı gündelik yaşama taşır. Örneğin İslam, putperestliği (müşriklik) sert bir şekilde reddeder. Ancak İslam’ın kendi içerisinde de kutsal nesnelere büyük değer atfedildiği görülür: Kâbe, Hz. Muhammed’in sakalı, ayakkabısı, kılıcı; Salih Peygamber’in devesi; cami mimarisi, ezan sesi gibi birçok unsur bu kapsamdadır. Bu kutsallıklar, nesneye veya mekâna yüklenen sembolik anlamlar aracılığıyla işlev kazanır.
Benzer biçimde Hristiyanlık’ta İsa'nın ikonaları, Meryem Ana’nın heykelleri, çarmıh gibi semboller; Yahudilikte Menora (yedi kollu şamdan), Tefillin (dua kutuları) gibi objeler, inananların kutsal ile bağ kurmalarına aracı olur. Doğu dinlerinde de bu durum benzerdir: Hinduizm'deki kutsal inek, Şiva’nın heykeli ya da Zerdüştlükteki ateş kültü de kutsalın somutlaşmış halidir.
Burada önemli olan, bu olgunun ayrım yapmaksızın tüm insan kültürlerinde gözlemleniyor olmasıdır. Kutsallığın nesneleşmesi, dinin işlevsel hale gelmesi için gereklidir. İnsan zihni, görünmeyen bir Tanrı’yı anlamak, onunla ilişki kurmak için bir aracıya ihtiyaç duyar. Bu da ya bir nesne (put), ya bir sembol, ya da bir ritüel şeklinde karşımıza çıkar.
Modern Zamanlarda Putların Evrimi
Putçuluğun yalnızca ilkel ya da geleneksel toplumlara özgü bir olgu olduğu sanılır. Oysa modern dünyada da putlar vardır. Fakat bu putlar artık daha seküler bir görünümdedir: Bayraklar, milli kahramanların heykelleri, para, lüks markalar, futbol takımları, siyasi liderler... Hatta modern insan için "kariyer", "başarı", "güzellik standartları" bile adeta kutsal haline gelmiş putlar gibidir. Mesela bir bayrak —ki sadece bir bez parçasıdır— uğruna savaşılır, ölünür. Bu bağlamda, kutsal olanın nesneleşmesi sadece dini değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir süreçtir.
Bugün “putperestlik” kavramını sadece eski heykellere tapan insanlar olarak düşünmek, meseleyi dar bir çerçevede yorumlamaktır. İnsan, düşünsel olarak gelişse bile kutsal olanı dışsallaştırma ihtiyacından kurtulamaz. Çünkü bu ihtiyaç, varoluşsal bir boşluğun sonucudur. İnsan zihni, soyut kavramları somutlaştırmadan sindiremez. Put bu anlamda sadece bir obje değil, aynı zamanda zihinsel bir çapa, psikolojik bir denge unsurudur.
Sonuç: Putun Ayıbı Yoktur
Bu yazının amacı putperestliği ayıplamak değil, anlamaktır. Çünkü insanın “puta” ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, kutsal olanı anlamlandırma, içselleştirme ve onunla bağ kurma ihtiyacından doğar. Eğer bu nesneleşme süreci yaşanmazsa, kutsal olan da işlevsizleşir; zihin onu algılayamaz, iç dünyasında yer bulamaz.
Dolayısıyla putlaştırma, insanın kutsal olana duyduğu bağın doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Bu bağlamda put, sadece bir taş ya da heykel değil; insan zihninin kutsal olana ulaşmak için inşa ettiği bir köprüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder