Nefesimin Yetmediği Yer
Bazen sabah uyanmak, bir dağın zirvesine tırmanmak kadar zor geliyor. Gökyüzü aynı, ama sanki üzerime çöküyor. İçimde tarif edemediğim bir sıkışma… Ne tam bir korku, ne tam bir hüzün. Ama ikisinin çocuğu gibi. İsmine bir şey diyemiyorum. Sadece varlığını hissediyorum; damarlarımda dolaşan yabancı bir misafir gibi.
Kalbim durup dururken hızlanıyor, ellerim terliyor, nefesim daralıyor. Sanki görünmeyen bir el boğazımı usulca sıkıyor. En kötüsü, ortada bir sebep yok. Bir yangın yok ama içim yanıyor. Kimse bağırmıyor ama ben içimde sürekli bir çığlık duyuyorum. Kulaklarım değil, ruhum çınlıyor.
Bir telefon çalsa yerimden sıçrıyorum. Birisi adımı biraz sert söylese, içimde kıyamet kopuyor. İnsanlar konuşuyor, gülüyor, yaşıyor. Bense sadece var olmaya çalışıyorum. Her şeyin üzerine yapışmış, ağır bir perde var sanki. Kaldıramıyorum. Ne uykuda dinlenebiliyorum, ne uyanıklıkta rahatım. Düşler bile huzursuz.
Bazen düşünüyorum: “Normal bir gün nasıl olurdu?” Sabah uyanırsın, yüzünü yıkarsın, çay demlenir, dışarı çıkarsın… Oysa benim günüm bir savaş. Her sabah, görünmez bir düşmana karşı yeniden silah kuşanmak gibi. Yoruluyorum. Hem de çok.
Ama yine de yazıyorum. Çünkü her kelime, içimdeki o belirsizliği biraz olsun dışarı taşıyor. Her cümle, ağırlığı biraz olsun hafifletiyor. Bazen birinin “Ben de böyleyim” demesi bile yetiyor. Anlaşıldığını bilmek, en azından savaşta yalnız olmadığını hissettiriyor.
Belki adı yok bu duygunun yazıda. Ama hissi hepimizin içinde aynı: Bir düğüm. Boğazda, kalpte, midede… Nerede birikirse biriksin, insanı yaşarken yoran bir düğüm.
Ve işte ben, o düğümle yaşamayı öğreniyorum. Çünkü çözülmese de, onunla birlikte yürümek de birdireniştir.
“Ne tam bir korku, ne tam bir hüzün. Ama ikisinin çocuğu gibi.”
Sabah uyanmakla başlayan o tarif edilemez ağırlık... İçimizde dolaşan, ismini koyamadığımız ama varlığını derinlemesine hissettiğimiz o duygu. Ne zaman geldiğini, neden gitmediğini bilmediğimiz bir misafir gibi…
Bazen bu düğümle yaşamayı öğrenmek, onu çözmeye çalışmaktan daha gerçek geliyor. Çünkü bazı düğümler çözülmez; zamanla şekil değiştirir, yer değiştirir ama hep bizimle kalır. Önemli olan, onunla kavga etmeden, onu görmezden gelmeden yaşamayı öğrenmek. Onu bir yük değil, bir tanıklık gibi taşımak. Hayatta kaldığımız her gün, onunla baş edebildiğimizin sessiz bir kanıtı aslında.
Belki her sabah aynı şekilde zor başlıyor, belki yine gökyüzü ağır geliyor ama bu, yürümeyeceğim anlamına gelmiyor. Her adım bir niyet, her nefes bir mücadele. Bazen bu kadar bile yeterli. Çünkü hayatta kalmak, her şey yolundaymış gibi yapmaktan çok daha büyük bir başarı.
Ve eğer sen de bu satırlarda kendinden bir şey bulduysan, bil ki yalnız değilsin. Bu düğüm hepimizin
içinden bir yerlerden geçiyor. Ve birlikte yürümek, bazen o düğümün ağırlığını yarı yarıya hafifletiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder