her şey pamuk ipliğine bağlı




 

Sabahlar artık çok sessiz gelmeye başladı. Güneş doğarken odanın duvarlarına yansıyan ışık bile rahatsız etmiyor artık. Eskiden, perdeden sızan sarı çizgi uyandırırdı beni. Şimdi uyanmak için bir sebep yok. Uyumak da bir yere kadar... Uyanıklıkla uykusuzluk arasında geçen uzun saatler var; ne bir rüya var içinde ne de gerçek bir düşünce. Sadece boşluk. Donuk bir bakış, hareketsiz bir beden. Yüzümde sürekli asılı kalan ifade, aynada bile yabancı geliyor. Aynalarla arama mesafe koydum zaten. Görmek istemediğim bir şey var orada, tam gözlerimin içinde. Sanki göz çukurlarımda bir çukur daha var; içine düşen her duyguyu yutan, geri vermeyen bir karanlık. İnsan bazen nasıl hissettiğini tarif edemez, çünkü hissetmez. Bu daha kötü. Acı bile iyidir bazen; çünkü var olduğunu hatırlatır. Ama bu… Bu his değil. Bu bir eksiklik. Yokluk gibi. İçten içe çürüyen bir şey var sanki içimde, ama adı yok.

Dışarıda insanlar bir şeyler yaşıyor, biliyorum. Gülüyorlar, tartışıyorlar, işlerine gidiyorlar. Sokak lambaları yanıyor, sabah otobüsleri doluyor. Ama ben… ben sadece izliyorum. Uzaktan. Katılamıyorum. Sanki hayat bir camın arkasında akıyor ve ben o camın arkasında unutulmuş bir dekorum. Bazen biri arıyor. Açmıyorum. Cevap vermek, konuşmak, kelime bulmak çok zor geliyor. İlgilenmediklerini düşünüyorum zaten. Onlar sadece sesimi duymak istiyor, içimi değil. Oysa içim, darmadağın. Cümle kurmak, nefes almak kadar zor. Biri "Nasılsın?" dese, ağlayabilirim..

Yemekler tatsız, müzikler anlamsız, renkler soluk. Zaman geçiyor, ama hissettirmeden. Sanki saatler sürünerek ilerliyor ama bir yandan da haftalar geçmiş gibi. Ne yaptım dün? Hatırlamıyorum. Yarın ne olacak? Umurumda değil. İçimde bir şey kırılmış, ama dışarıdan belli değil. Kimse fark etmiyor.

En kötüsü de bazen bir şeyin eksik olduğunu biliyor ama ne olduğunu anlayamıyor oluşum. Sanki beynimde bir oda var; eskiden orası güneş alırdı, şimdi kapısı kilitli, penceresi kara bir örtüyle örtülü. Anahtar nerede bilmiyorum. Bazen buluyordum o anahtarı… Hatırlıyorum. Uyanırdım, enerjik olurdum, konuşurdum, plan yapardım. Geleceği düşünürdüm. Ama o anlar çok uzak şimdi. Uçup gitmiş gibi. Geri gelmeyecek gibi.

Ve insan zamanla kendine güvenmeyi bırakıyor. Bugün iyi olsam bile, biliyorum: her şey yine çökecek. Bu umut bile değil aslında, daha çok bir kabulleniş. İyilik bir fırtına öncesi sessizlik gibi geliyor. Güvenemem ona. Çünkü içimde bir ses hep fısıldıyor: "Bu geçici. Sen yine düşeceksin."

Yoruldum. Her şeyden, herkesten, en çok da kendimden. Keşke bir tuş olsaydı… Kapatmak için her şeyi. Uyku değil, ölüm de değil belki; sadece… hiçlik. Ne bir acı, ne bir düşünce, ne bir beklenti. Sadece sessizlik. Sonsuz ve dipsiz bir sessizlik.


Yorumlar

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *