Hayat Yokuş Aşağı




                                         

Gün Doğmadan Evvel: Sessizlikte Uyanmak

Gün doğmadan uyanıyorum, sabah ezanı ile birlikte. Işık henüz gökyüzüne bulaşmamışken, odanın içi hâlâ kasvetli ve gri bir sis gibi. Yorganın altındaki sıcaklık, dışarının anlamsız gerçekliğine karşı son siperim gibi. Ama kalkıyorum yine de. Neden bilmiyorum. Belki alışkanlık, belki sadece içimdeki eski bir emir:
“Gün başladı, ayağa kalk, yüzünü yıka ve sonra rolünü oyna.”

Tanıdık Ama Yabancı Bir Yüz

Aynada bir yüz var. Tanıdık ama bir o kadar da yabancı. Gözlerin altında bir yorgunluk değil, bir çöküntü var sanki. Sanki yıllar önce bir şey olmuş da, göz çukurlarına kadar kazınmış. Ne zaman gülümsesem, bir başkasının yüzünde taklit ettiğim bir maskeyi takmış gibi hissediyorum.
Yalancı bir ışık. Sönük, titrek.

İhtiyaçsız Bir Bedende, Yalnız Bir Ruh

Kahvaltı yapmam gerek, diyor içimdeki ses. Ama açlık yok. Ne açlık, ne susuzluk, ne de başka bir ihtiyaç. Sanki bedenin tüm gereklilikleri iptal edilmiş. Sanki sadece ruh kalmış, taş gibi, soğuk ve kıpırtısız. Zaman geçiyor, ama ben onunla birlikte hareket etmiyorum. Sadece izliyorum.
Duvarlar yerli yerinde. Saat tıkır tıkır işliyor. Dünya dönüyor.
Ama ben… sanki donmuşum.

Konuşmamak, Susmakla Aynı Değil

İnsanlar arıyor bazen. Açmıyorum. Ne diyeceğim?
“İyiyim” desem yalan, “Kötüyüm” desem gereksiz bir açıklama furyası başlar. Sustukça daha çok boğuluyorum.
Ama konuşsam ne değişecek ki?
Kim gerçekten duymak istiyor gerçeği? Herkesin kulakları dolu, ağzı hazır cevaba kilitli. Herkes kendi acısının başrolünde zaten.

Pencerenin Dışındaki Yaşam ve İçimdeki Durgunluk

Pencereye bakıyorum bazen. Dışarısı canlı gibi görünüyor. Kuşlar, arabalar, insanlar. Hepsi bir şeylerin peşinde. Bir yere gidiyorlar, biriyle konuşuyorlar, bir amaçları var gibi.
Oysa ben… neyi bekliyorum? Belki hiçbir şeyi.
Belki sadece bir sona yaklaşmak istiyorum yavaşça, sessizce.
Ne çarpıcı bir final, ne de dramatik bir vedayla.
Sadece… tükenerek.

Ne Uyku Kurtarıyor Ne De Zaman

Uyku bile kaçış değil artık. Gözlerimi kapattığımda da aynı boşluk var. Rüyalarda bile umut yok.
Ne geçmişin sıcaklığı, ne geleceğin ihtimali.
Her şey gri.
Her şey solmuş.
Yokuş aşağı koşan biri gibiyim. Ayaklarım frensiz, dizlerim bitkin.
Durmak istiyorum ama duramıyorum.
Düşmek istiyorum ama düşemiyorum da.
Sadece o iniş… o hiç bitmeyen iniş.

Gülümsemeye Çalışmak ve Yüzde Kalan Çatlak

Kimseye yük olmamak için çabalıyorum. Gülümsemeye çalışıyorum bazen, ama yüzümde bir çatlak gibi kalıyor.
Zorlama. Sahte.
İçten içe biliyorum: her şeyim eksik.
Ve yine de sabah oluyor.
Ve ben yine uyanıyorum.
Nedenini bilmeden.

Yüklerle Yaşamak ve Yeniden Başlamak

Aslında nedenini biliyorum.
Omuzlarımda geçmişin yükleri var ve ben ne kadar hızlı koşsam da geçmiş beni yakalıyor.
Yine de bir şey oluyor her sabah:
Uyansam bile bitmediğimi hissediyorum.
Bitmemek, yaşamak değildir belki… ama devam etmek için küçük bir sebep olabilir.

Belki bir sabah uyanırım da yorgunluk yerini meraka bırakır.
Belki aynadaki yüz, bir gün bana yeniden tanıdık gelir.
Belki kahvaltı yapmam gerekmez de, sadece bir bardak su içerim ve bu yeter.
Belki hiçbir şey düzelmez, ama ben olduğum yerde biraz daha dayanırım.
Ve belki bu da yeter. Şimdilik.

 






Yorumlar

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *