Bir İnsan Kendi Hayatının Sorumluluğunu Alabilir mi?
Yazıya Başlamadan Önce:
Bu yazının duygusu, kelimelerin ötesinde bir yerde duruyor. Onu daha derinden hissetmeniz için küçük bir önerim olacak:
👇🏻 Lütfen önce sayfanın en altına inin.
🎧 Orada yer alan “Not” kısmını okuyun. Ardından şarkıyı açın.
Ölüm Üzerine Düşünmekten Çok, Yaşamı Anlamlandırmak Üzerine Bir Yolculuk
Bir sabah, bir gece ya da herhangi bir iç sesin yankısında, insan aynaya bakar ve kendine sormaya başlar: neden başlangıca boyun eğiyormuş gibi hissediyorum, neden başlangıç bir yük gibi geliyor. Aslında sadece bir yaşam gerçeği o kadar. Bunu ne allayıp pullamam ne de üzerine bir şeyler inşa etmem doğru olur.
Sadece yaşasak olmaz mı ?
Bu soru sadece bireysel bir sorgulama değil; aynı zamanda özgürlük, irade, etik, toplum, psikoloji ve hatta metafizik düzlemde kök salan devasa bir felsefi çatallanmadır.
Özgürlük ve Sorumluluk: Felsefenin Kalbinde Bir Sorun
Varoluşçu filozoflar – Sartre, Camus, Kierkegaard – insanı kendi anlamını yaratmakla yükümlü bir varlık olarak tanımlar. Sartre, “İnsan özgür olmaya mahkûmdur,” derken bir ödülden değil, bir yüktür bahsettiği. Çünkü seçim özgürlüğü, aynı zamanda tüm sonuçların sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir.
Camus ise daha sert sorar: “Hayat yaşanmaya değer mi?”
Bu sorunun yanıtı, bazen yaşamayı seçmek kadar, yaşamamayı seçmenin de bir ‘hak’ olabileceği fikrine götürür bizi. Ancak bu fikir; felsefede derin, edebiyatta çarpıcı, ama gerçek hayatta karmaşık ve risklidir.
Bu riskin karşılığı bir sondur. Yokluğun, vedanın bir başlangıcıdır. Bazı insanların gerçeklerinin ne edebiyattan ne felsefeden ne kurulmuş bir sistemden ne de bu dünyada gerçekleşen her şeyden üstün olduğunu düşündüğü saatlerdir o ilk adımın ilk saatleri.
Psikoloji Ne Der? Bir Karar Ne Zaman Bizimdir?
Bireyin bir karar alabilmesi için zihinsel bütünlüğe sahip olması gerekir. Oysa ağır depresyon, anksiyete, yalnızlık, travma gibi durumlar insan zihnini bozar; algısını, muhakemesini ve yargısını etkiler.
Bu noktada sormalıyız:
Kişi gerçekten kendi ölümünün sorumluluğunu alıyor mu, yoksa yaşarken çözemediği şeylerden kaçmanın son çare olduğunu mu sanıyor?
İntihar vakalarının büyük kısmı psikolojik rahatsızlıklarla ilişkilidir. Bu nedenle kararın “bilinçli özgürlük”ten mi, yoksa “karanlık bir sıkışmışlık”tan mı doğduğu ayrımına dikkat edilmelidir.
Tabi tek dikkat isteyen bu değil. Asıl okların dönmesi gereken şey kararı verecek olan şey; korkak olup olmadığı gerçeği. Ciğeri yorgun bir birey mi ki koşmaktan yoruldu, insan yetilerinde ki özelliklerin tepkimesi bitti de gerçekliğin sonuna gelmek daha mı tatlı geliyor. Asıl dikkat isteyen şeylerin başı bunlar olmalı.
Toplumun Sessiz Payı: Yalnızca Bireysel mi?
İnsan sosyal bir varlıktır. Yalnız doğar ama yalnız yaşamaz. Kararları yalnız verir gibi görünse de, bu kararların temelinde aile, arkadaşlar, ekonomik koşullar, toplumsal beklentiler vardır. Dolayısıyla, bireyin yaşamına son verme arzusu, sadece onun iç dünyasının değil, çevresindeki görünmeyen baskıların da bir dışavurumu olabilir. ölüm tek başına gerçekleşmez; yankısı bir toplumun duvarlarına çarpar.”
Bu nedenle bir bireyin “ben ölümü seçiyorum” demesi, evet, onun hakkıdır — ama bu hak mutlak değil; ilişkisel, etkili ve karmaşıktır.
Belki birini cezalandırmak için, belki birini mutlu etmek içindir.
Kim bilir toprak dışında bu cevabı
Kim duymak ister bu gerçeği
Meçhul.
Edebi Tanıklar: Sessiz Veda Edenler
Virginia Woolf, Stefan Zweig, Cesare Pavese… Hepsi, kelimelerle dünyaya anlam vermeye çalışmış, fakat sonunda kendi iç dünyalarının yüküne dayanamamış yazarlar. Onların ölüm kararı, yüzeyde özgürce alınmış gibi görünse de, arkasında bir toplumun duyarsızlığı, yalnızlık, yoğun duyarlılık ve çaresizlik vardı.
Zweig, son mektubunda şöyle der:Dünya, ruhsal evimiz
Bu cümle, bir ölüm kararının arkasındaki en büyük gerçekliği açığa çıkarır: Anlaşılamamak.
Sorumluluk: Yaşamı Taşımakla Başlar
Ölüm sorumluluğu belirsiz, geri dönüşsüz ve çoğu zaman karanlıktır. Oysa yaşam sorumluluğu; gelişime, dönüşüme ve iyileşmeye açıktır. Asıl cesaret, yaraları taşıyabilmekte, anlamı yitirmeden yeniden inşa edebilmektedir.
Korkunun ne faydası ne de anlamı vardır. O kadar çok seçenek var ki zengin birinin gardıropundan farksız. Sadece doğru kıyafeti aramaya birazcık potansiyelin ve motivasyonun olsun. Gerisi gelmek zorunda sen bir şey yapsanda yapmasanda.
Dene.“İnsan,
Son Söz: Yaşamaya Devam Etmek Bir Seçimdir – Ve Bu Seçim Güçlüdür
Hayat, bazen susar. Bazen karışır. Bazen çok yorucu gelir. Ama unutma: Her geçici karanlığın bir şafağı vardır. Ve o şafak bazen bir arkadaşın sesi, bazen bir terapistin yardımı, bazen de kendi kalbine yönelttiğin bir sorudur.
Belki uykusuz geçen gecenin sabahı belki de fırtınadan çıkmış günün gecesinde ki yıldızlar.
İnancın devreye girmesini sağlarsak şayet istenilen o ışığı yakmışız demektir.
Eğer zorlanıyorsan, yalnız veya yanlış değilsin. Yaşamını yeniden şekillendirmenin birden fazla seçeneği ve imkanı var. Yardım istemek zayıflık değil, yaşamı önemsemektir.
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Bir insan kendi hayatının ne kadarına hükmedebilir sizce?
NOT: Bu yazı, intihar ya da yaşamın sonu gibi hassas kavramlara felsefi, etik ve psikolojik bir çerçeveden yaklaşmaktadır. Her ne kadar karanlık görünen bir sorgulama olsa da, temel amacı yaşamı yeniden düşünmek ve yaşatıcı bir bilinç kazandırmaktır. Bu nedenle yazıyı bir “veda” değil, bir “dönüş” metni olarak okuyunuz.
Müzik önerisi: